
Üç Hürel grubundan tanıdığımız Haldun Hürel’in “İstanbul’u Geziyorum Gözlerim Açık!” isimli bir kitabı var. Tavsiye ederim; yaklaşık dokuz yüz sayfa ve İstanbulseverler için gerçekten çok önemli bir kaynak. Önemli bilgilerin ard arda dizildiği, reçete gibi hazırlamış, rehber kitaplara benzemiyor. Anlatım hoş ve akıcı; kolay okunuyor.
Kumkuma ne demek?
“Kumkuma” sözcüğüne, kitabın “İstanbul’un Surları ve Kapıları” bölümünü okurken rast geldim. Kumkuma ne demek diye sözlüklerde arayınca, “küçük testi, çömlek”, “boyutları, benzerlerininkinden daha ufak olan, büyük karşıtı” anlamlarının yanı sıra “kötü, olumsuz bir özelliği kendinde fazlasıyla toplayan kimse…” sonuçları ile karşılaştım. Sanırım, biz daha çok bu son anlamıyla kullanıyoruz kumkumayı. Etimoloji sözlüğü ise “kumkuma”nın, Arapça “kumkum/kumkuma” ve Latince “cucuma” eş kökenli sözcüğünden geldiğini açıklamış.
Bir üçüncü anlamına ise şehir surlarında ve kalelerde rastlanıyor. İstanbul şehir surlarının, Yedikule’den başlayarak hafif bir eğimle kuzeye doğru tırmanan ve Edirnekapı’daki en yüksek noktaya ulaşmasının ardından hemen hemen yine aynı eğimle Haliç’e kavuşan yaklaşık 6 kilometre uzunluğundaki bu bölümü kara surları diye anılıyor.
Yukarıdaki resimde görülen İstanbul karasurlarının iç ve dış duvarları, atış menzili hesaplanarak 55’er metre arayla dizilen 96 kuleyle (burç) takviye edilerek inşa edilmiş. Bütün bunların önüne, 10 metre derinliğinde, 20 metre genişliğinde, tehlike belirdiğinde suyla doldurulabilen bir hendek (taphros) eklenmiş.
Gerek Bizans kara surlarında gerekse Anadolu’daki diğer kale yapılarında, duvarların ya da burçların iç taraflarında, içlerinde iki-üç askerin durabileceği kemerli nişler oluşturulmuş. Bizans’ın fethinin ardından bu nişler -sanırım küçük olmaları sebebiyle- Türkler tarafından “kumkuma” olarak adlandırılmış.