
Dalkavuk kelimesinin anlamı hepimizce malum. Fakat “dalkavuk ne demek” diye araştırınca, etimoloji sözlüklerinde iki farklı açıklamayla karşılaştım. Birinci açıklama, söylenen her sözü onaylayan kişinin başını sürekli öne sallamasıyla, başındaki kavuğun dal gibi sallandığına işaret ediyor. İkinci açıklama ise, “dal” sözcüğünün “çıplak, yalın” anlamından (Ör. dalkılıç: yalın kılıç, daltaban: yalın ayak) yola çıkarak, üzerine tülbent, çember vs. sarmadan giyilen bir kavuğu tarif ediyor. Bununla ilgili Reşat Ekrem Koçu’nun aşağıda anlattıkları ilginç:
“Tanzimat’tan önce başa ya külah, ya kavuk giyilirdi. Külah çeşitlerini ayak takımı, esnaf ve asker ocaklarında efrad giyerdi. Külahın üzerine, işlerinin, mesleklerinin işareti olarak beyaz tülbent yahut renkli çember sararlardı; bazı gençlerle, bilhassa asker, dal külah olurdu, yani külahlarını üzerlerine herhangi bir şey sarmadan giyerlerdi. Kavuk ise tüccarın, memurun, kibarın, ricalin, ulemanın serpuşu idi. İşleri, meslekleri başkalarını eğlendirmek olan dalkavuk esnafı zelil (hor görülen) adamlar kabul edilmişti ve onlara serpuş olarak ayak takımının, esnafın ve askerin serpuşu olan külah giydirme imkânı bulunamamıştı. Toplum içinde kolayca derhal seçilmeleri için de “dalkavuk” olmaları yani kavuklarına hiçbir şey sarmamaları emrolundu. Bu suretle kendileri de alâmet-i fârikaları olan serpuşlarına nispetle ‘dalkavuk’ adını aldılar.“
Reşat Ekrem Koçu’yu sever misiniz? Eğer tarihe ilgi duyuyorsanız Koçu’nun kitaplarını mutlaka okumalısınız derim. Eski İstanbul’un günlük yaşamından aktardığı insan hikâyeleri, zamanın kendine has ayrıntılarıyla süslediği anlatımı ve akıcı bir üslupla kaleme aldığı ilginç vakalar bir tarih kitabından beklenmeyecek ölçüde sarıverir sizi hemen.
Bu yazının konusuna ilham veren ve yazı boyunca alıntılar yapacağımız kitap, Reşat E. Koçu’nun “Tarihimizde Garip Vakalar” kitabı.
Günümüzde, “Menfaati için varlıklı insanlara veya mevki sahiplerine yağcılık yaparak* yaranmaya çalışan kişi” anlamında kullanılan dalkavuk tabiri, Reşat E. Koçu’ya göre Osmanlı’da belli bir meslek grubu için kullanılıyormuş: “Bugün dalkavukluk bir ruh ve tıynet meselesidir; iş, meslek olmaktan çıkmıştır. Tanzimat’tan evvelki devirde ise, dalkavuklar, kâhyaları, nizamnameleri ve narhları olan bir esnaf zümresiydi.” Kitabın 1952 yılında basıldığını göz önüne alırsak, dalkavukluğun bugün olduğu gibi yetmiş yıl önce de, “bir ruh ve yaradılış meselesi” olduğundan söz ediyor Koçu.
Fakat anlaşılan o ki, gel zaman git zaman, bazı meslektaşların uygunsuz davranışları dalkavukluk mesleğini olumsuz etkilemiş ve saraya bir dilekçe verilerek bu gidişatın önünün alınacağı düşünülmüş. Topkapı Sarayı arşivinde bulunan I. Mahmut devrine ait bir dilekçenin bugünkü yazı diline çevrilmiş halini bakın şöyle kaleme almış Koçu:
“Devletli, inayetli, merhametli efendim,
Kimsesiz dalkavuk kullarınızın arzuhalidir: her sene Ramazan-ı Şerif geldiğinde İstanbul’da davetli, davetsiz iftarlara gideriz. Ulemanın, ricali devletin ve sair büyüklerin, mevki sahiplerinin sofralarında çeşitli nefis yemekler, şerbetler, türlü türlü reçeller, tavukgöğüsleri, elmaspareler, helvalar, kaymaklı baklavalar, ekmek kadayıfları, süzme aşureler, hoşaflar yer ve içeriz. Üstüne göbek tütünü ve kahve ile ikram görürüz. Lakin içimizde bazı terbiyesizler bulunup edebe uymayan hareket ve tavırlarıyla velinimetlerimiz efendilerimizi gücendirmekte, zararı da hepimize dokunmaktadır. Dalkavukluk sağlam bir nizama bağlanmazsa hepimizin açlıktan öleceğimiz aşikardır. Kadim nizam ve kanuna göre yeniden bir nizama bağlanmasını, uygunsuzların içimizden tard edilmesini, tavır ve hareketleri hepimizin makbulü olan Şakir Ağa’nın cümlemize kâhya tayin olunmasını ve eline memuriyetini bildiren bir kıt’a ruhsatname buyrulmasını niyaz ederiz. Emir ve ferman devletli inayetli efendim Sultanım hazretlerinindir.
Dalkavuk kulları“
Aynı dilekçenin altına iliştirilmiş bir metinde, meslek kurallarıyla ilgili anlatılanlar da oldukça ilginç.
Dalkavukların huzura girdiklerinde öncelikle etek öpmeleri gerekiyor. Oturacakları yer ise belli: “trabzan yanındaki küçük minder“. Görev tanımında başka neler mi var: Hane sahibinin mizacına ve yaradılışına uygun biçimde konuşacak, bulunduğu meclisi neşelendirmesi gerektiği gibi, keder verici ve tiksinti uyandırıcı sözlerden (zikri müstekreh) kaçınacak. Ayrıca tabii ki küfür de yasak. Hane sahibi ne söylerse onu “fevkalade yardakçılıkla tasdik edecek” ve asla aykırı anlamlar içeren sözler sarf etmeyecek.
Yine aynı vesikada bulunan “dalkavukluk narhı“ndan, dalkavukluğun sadece sözlü olarak verilen bir hizmet olmadığını öğreniyoruz. Dalkavuk, vücudunu da bu eğlencenin hizmetine sunmuş bir zavallı, biçare insan. Hattâ, zaman zaman oldukça tehlikeli işler yapmak zorunda kalan bir meslek erbabı.
Çeşitli eğlence hizmetlerine göre belirlenmiş dalkavukluk tarifesi şöyle:
- Dalkavuğun burnuna fiske vurma: (fiske başına) 20 para
- Başına kabak vurma: 30 para
- Yüzünü tokatlama: (tokat başına) 30 para
- Oturduğu setten ve minderden aşağı yuvarlama: 30 para
- Merdivenden aşağı yuvarlama: 180 para
Bir yeri incinir, kırılırsa tedavi ve cerrah parasını latife eden verir. - Çıplak başına tokat atma: (tokat başına) 45 para
- Elinde beş on kıl kalmak ve dişlerini leylek gibi çatırdatmak şartiyle sakal zelzelesi: 60 para
- Sakal boyanmasına: 60 Para
Sakalın yarısı veya cümlesi arpa boyunca kırkılırsa, latifeyi yapan dalkavuğun üç aylık nafakasını verir. Bu nafaka ayda 30 kuruştan 90 kuruştur. - Dalkavuğun kafasına iri bir yumruk indirme: (yumruk başına) 40 para
- Ellerine ve ayaklarına domuz topu bağlama: 40 para
Domuz topu: Elleri bağlı olan bir kimsenin, bağlı olan ayaklarının, kollar arasından geçirilerek tostoparlak şekle getirilmiş durumu. - Yüzüne mürekkep ve kömür ile kara sürme: 37 para
- Kuyruğu dışarıda kalmamak üzere bir fındık sıçanını dalkavuğun ağzının içine kapatma: 400 para
- Sakız dolabına (bostan dolabı) bağlanarak su içinde bir mikdar durdurulmak şartiyle bostan kuyusunda bir devrine: 600 para
Bu latifede birden fazla her devir için ayrıca 100 para verilir. Dalkavuk boğulur ölürse cenaze masrafları latifeyi yapana aittir. - Bir tarafının üzengisi olmayarak haşarıca bir hayvana bindirilip temaşasından hoşlanılırsa: 300 para
- Bir salkım üzümün sapı ile beraber yedirilmesi: 40 para
Yazının sonuna doğru şunu da eklemiş Koçu:
“Bu vesika gösteriyor ki, eski dalkavuklarla zamanımızda dalkavuk kelimesinden anladığımız mana ne kadar ayrı şeylerdir.”
Kaynak:
Tarihimizde garip Vakalar - Reşat Ekrem Koçu
Açıklamalar:
Yağcılık yapmak ile ilgili etimoloji sözlüğünde şunlar var: Arapça masīḥ, Aramice məşīḥā, İbranice māşīḥa : "yağla ovulmuş" Yun χristos "yağla ovulmuş, Mesih" sözcüğü İbraniceden çeviridir. İbraniceden alınan messiah/messias biçimleri de Batı dillerinde kullanılır. Kaynak: Başka bir kaynakta şu bilgiler de var: Yağlanma ritüeli eski İsrail krallarının tahta oturmaları sırasında din adamları tarafından kutsanmalarını kapsayan özel bir törendir. Ritüel sonrasında kutsallık kazanan “yağlanmış kral” tanrının halkını tanrı adına yönetme yetkisini elde etmiş olur. Bu anlamda Tanah’ta Mesih kelimesi, Saul, Davud, Süleyman ve diğer İsrail kralları için kullanılmıştır. Kaynak :