Eski İstanbul’da Bülbül Dinleme Âdeti

Eski İstanbul'da Bülbül Dinleme Âdeti

“Dem çekmek”, bülbül gibi ötücü kuşların, ara vermeden uzun ve güzel ezgiler çıkarmaları ile ilgili olarak kullanılan oldukça eski bir tabir. Bildiğimiz bir diğer anlamı ise “içki içmek”. İçinde bulunduğumuz ocak ayı, “dem çeken” bülbülleri dinlemek için henüz erken. Bunun için İstanbul’da nisan ayını beklemek gerekiyor. Nisanla birlikte yakarışlarını dinleyeceğimiz bülbüller ise yaşlısı ve genciyle “çapkın” erkek bülbüller.

Bülbüller üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, erkek bülbüllerin ötüş becerileri tamamen dişileri cezbetmeye yönelik. Nağmelerindeki repertuvar genişliği ise yaşları ile doğru orantılı olarak değişiyor. Yaşlı erkekler, yıllar geçtikçe, gençlere göre daha geniş bir sentaks (sözdizimi) yelpazesine sahip olduklarından 180 ilâ 260 arasında farklı ötüş cümlesi kurabiliyorlar. Bu durumda yaşlı erkeklerin çiftleşme şansının, daha az ötüş cümlesine sahip olan genç erkeklere göre daha yüksek olduğu sonucu ortaya çıkmış.

Fakat bir tarafta hal böyleyken, yaşlısıyla, genciyle tüm erkek bülbüllerin şakımak için yüksek bir enerji sarf etmeleri gerekiyor. Tek nefesteki uzun nağmeler (dem çekmek) -erkeğin kondisyonunun bir göstergesi olduğundan- dişilerin yapacağı eş seçiminde bir diğer önemli etmen olarak beliriyor. Yani yaşlı erkeğin ağzının laf yapması kadar, gençlerin fiziksel kondisyonları da bir o kadar önem kazanıyor. Tecrübeli erkeklerle, genç delikanlıların bülbüllerde ve homo sapienslerde olan bu benzerlikleri sizce de şaşırtıcı değil mi?

Bülbüllerin nisan başlarında egemenlik alanı oluşturmaya yönelik ötüşleri, ayın ortalarına doğru geceleri de devam eder. Artık amaç, dişileri çiftleşmeye ikna etmektir. Çiftleşme sonrası, erkekler ötüş biçimlerini değiştirirler ve dişileri cezbetmek için kullandıkları nağmeleri azalır. Mayıs ayında dişiler yumurtlar. Erkekler, eşlerinin kuluçkaya yatmasıyla birlikte gece ötüşünü keserler. Yumurtadan çıkan yavrular uçmayı öğrenene dek, bir yandan yuvaya yiyecek taşımak bir yandan da yuva sahasına giren yabancı kuşları kovalamak erkeklerin görevidir. Haziranın ikinci yarısında, yavru artık uçmayı ve avlanmayı öğrenmiştir. Ardından yuva dağılır ve herkes yoluna gider.

Bülbül Dinleme

Bülbül Dinleme Âdeti

Eski İstanbul’da “nisan tası” [1], “mart içeri pire dışarı” [2], “seyr-i bahar” [3] gibi kimi sarayın, kimi halkın uyduğu baharla ilgili birçok âdet vardı. Bu bahar âdetlerinden en ilginci ise, “bülbül dinleme” âdetiydi. İstanbul halkı, bülbülleriyle ünlenen mesire yerlerine giderek bu “nağmekâr” kuşları dinlemeyi âdet edinmişti. Bülbül yatağı olan bağ, bahçe ve korulara yakın oturan İstanbullular, uzak semtlerdeki yakınlarını özellikle bülbül dinlemeye davet ederlerdi. Bunun dışında bazı mehtap seyri davetleri de bülbül dinlemek üzere ertesi güne sarkıtılırdı. İstanbul’da bülbülleriyle ünlü yerlerin başında İstinye, Çubuklu, Göksu, Emirgân, Alemdağ, Eyüp, Üsküdar ve Kanlıca’daki bahçe ve korular geliyordu. Özellikle İstinye, Eyüp ve Üsküdar bu anlamda öne çıkan semtlerdi.

Baharın gelmesiyle birlikte, Boğaz’ın köylerinde yaşayan İstanbullular, akşam yemeğinin ardından kayıkhanelerinden sandallarını çözüp, küreklere asılarak ulaştıkları sakin bir koyda bülbülleri dinleyerek keyfederdi. Bülbül nağmelerinin en iyi dinlenebildiği koyların başında da Bülbül Deresi’nin Boğaz’a kavuştuğu Kanlıca’daki Bahai Körfezi gelirdi. Doğal yapısı gereği adeta bir amfitiyatro tınısına sahip bu güzel koyda, birkaç saat kadar çevredeki çalılıklarda yuvalanmış bülbüllerin dem çekmesini dinleyip, evlerine dönerlerdi. Mehtaplı gecelerde Boğaziçi’nde saz akşamları tertip edilir ve Boğaz koyları hanende (şarkıcı) ve sazende (çalgıcı) kayıklarıyla dolardı. Mehtap âlemlerinin olmadığı gecelerde ise ilk akla gelen etkinlik tabii ki yine “bülbül dinleme” olurdu.

Kanlıca Bahai Körfezi
Kanlıca Koyu

Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun annesinin dürbünle izlediği ve özellikle gül mevsiminde coşan İstanbul bülbülleriyle ilgili anlattıkları da oldukça ilginçtir:

Bir bülbül, sabahleyin erkenden, mesela bir vişne ağacına gelir. Yirmi otuz kadar olgun vişneyi gagası ile deşerek gider; akşama kadar meyvenin kuş gagası ile deşilmiş yerinde tahammür eden (mayalanan) usare (öz su) bir tabii vişne likörü olur. Kuş akşamın son saatinde ağaca döner, bir iki vişneden kendisi tarafından hazırlanmış usarenin ilk yudumlarını içince şöyle bir silkinip birkaç külhani ıslığı öttürür. Yudumları beşi, altıyı buldu mu nağmeleri uzar, ortalık iyice karardığı için küçük kuş görülemez, fakat sesi ağaçtadır, belki de badeye (şarap, içki) devam etmektedir. Gamlı mıdır, neşeli midir, dilini bilmediğimiz için anlayamayız, artık şafak vaktine kadar gelsin gazeller, şarkılar, feryatlar. Zengin bir karihanın (zihin kudretinin) ibdâ ettiği (yarattığı) yüz bin çeşit nağme, bir söylediğini bir daha tekrara tenezzül etmeyen muhteşem bir dil.

Açıklamalar:

[1] Nisan Tası: Mevlevi geleneğinde yeri olan bu bronz tasta biriktirilen nisan yağmurları şifa niyetine içilir, dağıtılırdı.

[2] Mart İçeri Pire Dışarı: Osmanlı'da oldukça gürültülü ve eğlenceli bahar karşılama âdetlerinden biri. Eski İstanbul halkının, her yıl martın ilk gecesinde, kapı ve pencerelerinden sokaklara fırlattıkları kırık testi, çatlak saksı, kullanılmaz hale gelmiş kavanoz, sürahi, bardak gibi cam ve toprak eşyaları atarken adeta feryat ederek sarfettiği cümle. Böylece baharla birlikte devrin belalı böceklerinden biri olan pirelerin evlerden uzaklaştığına inanılırdı. Daha sonraları, "birbirinden hoşlanmayan iki kişiden biri gelince ötekinin dışarı çıkması"nı anlatmak için kullanıllan bir tabir olmuştur.

[3] Seyr-i Bahar: İstanbulluların özellikle Lale Devri’nde bir tutku halini alan ilkbaharda kırlara çıkma âdetine verilen isim. "Seyr-i bahar" için tercih edilen yerler, Kağıthane Mesiresi, Boğaz köyleri tepeleri, Küçüksu ve Göksu Vadileri, Baltalimanı Çayırı’ydı. İnsanlar gruplar halinde şarkılar, türküler söyler, şairler yeni yazdıkları bahariyeleri (Divan Edebiyatı’nda, baharın gelişini, doğanın güzelliğini anlatan kasideler) okurlardı.
Paylaş