
Morumsu pembe çiçekleriyle, yüzyıllardır olduğu gibi, bu sene de yine baharı müjdeliyor İstanbullulara erguvan. Mayıs ortalarında çiçeklerini dökmesinin ardından her biri kalbi andıran yaprakları yeşil kalır kasıma kadar. Erguvan ağacı, İstanbul’u, özellikle de Boğaz’ı her bahar o kendine has rengine bezediğinden İstanbul’un simgesi sayılmış. Bir Boğaz vapuruna atlayıp, Rumeli Hisarı’na doğru uzanırken güverteden seyrine doyum olmaz. Erguvan çiçeklerinin hemen ardından bir bakmışız ki yaz gelmiş İstanbul’a.
Erguvan Ne Demek?
Erguvan ağacının ismi çiçeğinin o büyüleyici renginden geliyor. Erguvan kelimesinin anlamını sözlüklerde araştırdım. TDK sözlüğüne göre erguvan kelimesinin anlamı: “baklagillerden, eflatunla kırmızı arası renkte çiçek açan, güzel bir süs ağacı, deliboynuz (Cercis siliquastrum)” olarak tanımlanmış. Etimoloji sözlüklerinde kelimenin kökenine baktığımda, hemen hepsi Akadçada mor rengi ifade eden “argamannu” sözcüğüne işaret ediyor. Aramiceye “argwānā”, Farsçaya “argavān”, Arapçaya “ercuvani” ve oradan da Türkçeye “argavan” diye geçmiş. Günümüz Türkçesinde erguvan halini almış.
Erguvan Ağacının Hikâyesi
Erguvan ağacının hikâyesi, günümüzden başlayarak, Osmanlı, Roma-Bizans, Yunan dönemlerine kadar uzanıyor. Elde edilmesi en zor renk olan ve en eski kutsal kitaplardaki hikâyelerde sözü edilen erguvan çiçeği, tarih boyunca peygamberlerin, kralların, kraliçelerin, imparator ve imparatoriçelerin rengi olur. Roma imparatorları, zenginlik ve güç belirtisi olan bu rengin yegâne sahibi olma iddialarından tabii ki vazgeçmemişler. Örneğin, İmparator Diokletianus (244-313) erguvan rengini imparator ailesine tahsis eder. Hikâyeye göre, Erguvan rengi giysileri Kilise’nin yüksek rütbelileri dışında halktan birinin giymesinin cezası ölümdür. VI. Leo devrinde yazılan ve Roma-Bizans tarihi için önemli bir referans olan Praefectura Kitabı’nda aktarıldığına göre, başta erguvan rengi ipek olmak üzere, yasaklanmış malların “barbar” ulusların eline geçmemesi için çeşitli tedbirler alınır. 1
Bizans İmparatorlarının Rengi Erguvan
Kendilerini “erguvan kanlı” olarak tanıtan Bizans imparatorlarının çocukları, bugün Sultanahmet Meydanı civarında hâlâ kalıntıları bulunan Bizans Sarayı’nda, erguvan renkli odalarda doğar ve “Porphyrogenitus” yani “erguvan içinde doğmuş” unvanı ile anılırlardı. Az önce sözünü ettiğimiz, VI. Leo ile dördüncü karısı Zoe’den, zamanın kilise kurallarına göre “gayrı meşru” olarak dünyaya gelen VII. Konstantin, tahta geçmesinin ardından, Konstantin Porphyrogenitus olarak anılır. Bugün Sultanahmet Meydanı’nda (Konstantinopolis Hipodromu) “Örmeli Sütun” olarak da bilinen Konstantin Sütunu’nun altındaki mermer tabelada, 10. yy’da sütunun onarılmasını sağlayan imparatorun ismini -Porphyrogenitus lakabı ile birlikte- hâlâ görebilirsiniz.
Caesarealı Eusebios ise, şehrin kurucusu sayılan Büyük Konstantin’in cenaze töreni hikâyesini şu satırlarla anlatır:
“Konstantin’in mor kumaşlara sarılı altın tabut içindeki bedeni kendi adıyla anılan kente getirilmişti. Sarayın salonunda hükümdarın cansız bedeni son kez halkının önüne çıkıyordu. Sırasıyla bütün maiyetindekiler, generaller, senatörler ve imparatorluğun daha alt kademelerinde olanlar, başlarında tacı ile morlar içinde yatan bu hareketsiz insanın önünde eğilerek saygılarını sundular.” 2
Erguvan Rengi Nasıl Elde Edilirdi?
Yunanca, Porphyra; Latince, Purpura ve ayrıca imparatorluk moru olarak da bilinen erguvan rengi, bir tür kaya salyangozu olan bir deniz kabuklusunun salgılarından elde edilir. Sepetlerle denizden yakalanan bu kabukluların, önce soluk boşluklarında bulunan bezeleri alınır. Bu bezelerin içerdikleri beyazımsı salgı üç gün boyunca tuza yatırıldıktan sonra on gün süreyle kaynatılır. Boyanacak olan kumaş, hâlâ renksiz halde bulunan bu sıvıya batırılarak kurutulmak üzere güneşe serilir ve güneş ışınlarının etkisiyle kumaş mor-pembe bir renge dönüşür. Bu arada, kaynaklarda rastladığım, bir kilo yünü boyamak için (Ör. Bir Bizans imparatorunun giydiği tunika) yaklaşık 10.000 adet deniz kabuklusunun canlı olarak yakalanıp, işlemden geçirilmesi gerektiği bilgisini de bir kenara not edelim.
İstanbul’un Fethi ve Erguvan
Bizans İmparatorluğu’nun sonunu getiren İstanbul’un fethi sırasında yaşanan olaylar da oldukça ilginçtir. 29 Mayıs günü öğle vakti geldiğinde limanlar dâhil bütün şehir Osmanlının elindedir. Padişah başlangıçta askerlerine üç gün süreyle yağmalamaya müsaade edeceği sözünü vermiştir ve şimdi, tahmini 5 bini düzenli asker geri kalanı başıbozuk olmak üzere, 50 bin kişi şehirdedir… Dini hukuka göre üç günlük yağma izni vermesi gerekiyorken padişah yağmayı durdurur. Durdurma emri Yeniçeriler tarafından şehrin her tarafına duyurulur. Buna uymayan birkaç başıbozuğun boynunun vurulmasının ardından, şehirde düzen birkaç saat içinde tekrar kurulur. Bu arada daha önce bir grup askeriyle birlikte Bizans’a sığınan ve şehrin savunmasına Bizanslılarla beraber destek veren Fatih’in amcası Şehzade Orhan yakalanır ve boğularak idam edilir.
Akşamın geç saatlerinde şehir dışındaki çadırına dönen Fatih, İmparator XI. Konstantin Palaeologus’un âkıbetiyle ilgilenir. Neden sonra şehirde yapılan aramalarda, imparatorun çatışma sırasında öldüğü anlaşılır. Her ne kadar üzerindeki bazı imparatorluk alâmetlerini atmışsa da, altın kartallarla işlenmiş bir çift ayakkabının farkedilmesiyle son Bizans İmparatoru’nun cesedi teşhis edilir. 3
Birçok kaynağa göre son Bizans imparatorunun ayakkabıları erguvan rengindedir.
Erguvan Ağacının Utancı
Hristiyan tarihinde erguvan ağacına dair en yaygın olarak bilinen hikâyedir. Bu nedenle, İngilizler Judas Tree, Almanlar Judasbaum, Fransızlar da Arbre de Judée, demişler erguvan ağacının adına (Yahuda ağacı).
İncil’deki bilgilere göre İsa’nın havârilerinden Yahuda İşkariot, Hz. İsa’ya ihanet eder. 30 gümüş karşılığında Sanhedrin (Yahudi Konseyi) adı verilen meclis ile anlaşarak İsa’yı almaya gelen askerlere onu öperek işaret verir.* İsa’nın hüküm giymesinin ardından İşkariot, ihanetinin verdiği pişmanlık ve vicdan azabıyla kendini bir ağaca asarak, intihar eder.** Yahuda’nın Mayıs ayında kendini astığı ağaç ise erguvandır. Böylesine büyük bir utancı üzerinde taşıyor olmak erguvan ağacına ağır gelir ve bu utançla bembeyaz çiçekleri kızarmaya başlar. Daha sonra morarır ve şimdiki erguvan rengini alır. Efsaneye göre; o gün bu gündür her Mayıs ayında, erguvan ağaçları bu olayı hatırlar ve utancından kızarır.
Romalı askerlerin İsa’yı çarmıha germeden evvel, Vali Pilatus’un sarayına götürerek ona kralların giydiği erguvani bir kıyafet giydirip, başına da dikenlerden bir taç takarak alay edercesine onu “Yahudilerin Kralı” olarak selamlamalarından da söz etmeden geçmeyelim.***

Yunan Mitolojisinde Erguvan Ağacı
Roma-Bizans kültürü öncesinde de motif olarak kullanıldığı görülür erguvanın. Yunan mitolojisinde, Afrodit’in ayağına batan diken nedeniyle akan kanının, tanrıçanın çiçeği olarak kabul edilen beyaz gülü erguvani bir renge dönüştürmesi hikâyesi ya da Homeros’un İlyada destanında, Hektor öldükten sonra kemiklerinin altın bir kutuda erguvan rengi yumuşak örtülere sarılarak gömüldüğünü söylemesi, yine aynı konuya atıfta bulunur:
“Gül parmaklı şafak sabah erken parlayınca,
ünlü Hektor’un ölüsü çevresinde toplandı bütün halk
Hepsi geldi bir araya, topluluk kuruldu,
parıldayan şarapla söndürdüler odun yığınını,
söndürdüler ateş gücünün sardığı her şeyi,
sonra topladı kardeşleri, dostları ak kemikleri,
hepsinin yanaklarından iri yaşlar dökülüyordu.
Kemikleri alıp koydular bir altın kutuya,
erguvan rengi yumuşak örtülerle sardılar kutuyu.
Sarar sarmaz indirdiler derin bir çukura,
ekli kocaman taşlarla ördüler üstünü.” 4
Erguvanların çiçek açmasıyla birlikte aklıma gelen hikâyeleri not edeyim derken oluştu bu yazı. Erguvanın hikâyeleri anlatmakla bitmez elbette. Bu yazıda anlatamadığım diğer hikâyeleri için, kısmetse artık bir sonraki bahara diyelim.
Yazıyı bitirirken İstanbulseverlere tekrar hatırlatalım; şunun şurasında iki, bilemedin üç haftamız kaldı erguvan ağaçlarının çiçeklerini dökmesine. Bugünlerde, Boğaz’ın her iki yakasındaki yakasındaki erguvan çiçeklerinin seyrine doyum olmaz!
İncil’den alıntılar:
* "Hemen o anda, O daha sözünü bitirmeden, On İkiler'den biri olan Yahuda oraya geldi. Yanında kılıçlarla sopalarla silahlanmış bir topluluk vardı. Bunları başrahipler, dinsel yorumcular ve İhtiyarlar göndermişti. İsa'yı ele veren, onlara bir işaret gösterdi. "Kimi öpersem, aradığınız O'dur. O'nu tutuklayın ve güvenlik altına alıp götürün" dedi. Yahuda oraya varır varmaz hiç duraksamadan İsa'nın yanına gitti. "Ya Rabbi!" diyerek özlem çekercesine O'nu öptü. Bunun üzerine O'nu yakalayıp tutukladılar." Markos 43-46 ** "İsa'yı ele veren Yahuda, O'nun hüküm giydiğini görünce pişmanlık duydu. Otuz gümüşü başrahiplere ve İhtiyarlar'a geri verip, "Suçsuz kana girmekle günah işledim" dedi. Onlar, "Bundan bize ne?" dediler. "Başının çaresine kendin bak!" Yahuda gümüş paraları tapınağa fırlatıp gitti, kendisini astı." Matta 3-5 *** "Askerler O'nu vali konağının içine yönelttiler. İsa'ya erguvan çiçeği renginde bir giysi giydirdiler, başına da dikenlerden çattıkları bir taç taktılar. O'nu selamlamaya başladılar: "Selam, ey Yahudiler'in kralı!" Bir kamışla başına vurup O'na tükürdüler. Diz çöküp önünde eğildiler. O'nunla alay ettikten sonra, erguvan çiçeği rengi giysiyi üstünden çıkardılar. O'na kendi giysilerini giydirip çarmıha çakmaya götürdüler." Markos 16-20
Kaynaklar:
1 Cyril Mango, Bizans: Yeni Roma İmparatorluğu 2 Doğan Kuban, İstanbul Bir Kent Tarihi 3 Radi Dikici, Bizans İmparatorluğu Tarihi 4 Homeros, İlyada, Çeviri: Azra Erhat, A. Kadir