
Çıfıt Çarşısı, hiç şüphesiz ki Balat’ın keşfedilmesi gereken en ilginç yerlerinden biri. Balat Çarşısı olarak da anılan bu çarşının en gözde sokağı ise Leblebiciler Sokağı. Bu nedenle kimi zaman bu isimle de anılıyor. Olur da bir gün yolunuz düşerse, Balat’ın Çıfıt Çarşısı‘na ve özellikle, şekerciden ayakkabı tamircisine, kasaptan fırına, eczaneden terziye, aynacıdan nalbura kadar daha pek çok ilginç dükkanı bir arada bulabileceğiniz Leblebiciler Sokağı‘na uğramayı ihmal etmeyin.
Çıfıt nereden geliyor? Çıfıt Çarşısı ne demek?
Çıfıt Çarşısı, TDK sözlüğünde „türlü şeylerin karmakarışık bir durumda bulunduğu yer“ olarak açıklanmış. Çıfıt Çarşısı, genellikle eski kuşak İstanbullular tarafından, bir yerin ya da mekânın dağınık durumda olduğunu belirtmek için hâlâ kullanılmakta.
Etimoloji sözlüğünde çıfıt kelimesinin anlamına baktığımızda, sözcüğün Farsça „cuhūd/cihūd“ ve İbranice „yhūd” kökeninden geldiğini öğreniyoruz. Türk Dil Kurumu (TDK) ise, çıfıt kelimesinin Arapça kökenli olduğunu ve „Yahudi“nin yanısıra , „hileci“ ve „düzenbaz“ anlamlarını da içerdiğini yazıyor. Özetle, söz konusu tüm bu dillerde Yahudi anlamına gelen sözcük zamanla Türkçede çıfıt olarak kullanılmaya başlanmış.
Eminönü’nde, Yeni Cami’nin hemen arkasında bulunan Bahçekapı semtinin adı, Bizans’ın deniz surlarının Haliç’e açılan kapılarından biri olan Bahçe Kapısı’ndan gelmektedir. Osmanlı döneminde sadrazamlığa terfi edenlerin saraya giderken törenle geçtikleri bir kapı olmasının yanı sıra, akşamları şehir kapıları kapandıktan sonra geç kalanların şehre girdikleri kapı olarak da biliniyor Bahçe Kapısı.
Bizans döneminde çevresindeki nüfusun çoğunluğunu Museviler oluşturduğundan, „Porta Hebraica“ ya da „Porta Judeca“ olarak adlandırılmış. Porta Judeca’yı Osmanlıların „Çıfıt Kapısı“ olarak adlandırması ve Musevilerin yoğun olarak yaşadıkları yerleşim bölgelerine „Çıfıt“ adının yakıştırılması yine bu cihūd/çıfıt ses benzerliğinden olmalı.
Osmanlı döneminden başlayarak 1950’lere kadar Yahudilerin pazarcılık alanında oldukça faal oldukları, hemen her gün farklı semtte kurulan pazarlarda tezgâh açmalarının yanı sıra, civar kasabaları da dolaşarak ürünlerini pazarladıkları biliniyor.
Birbirinden oldukça farklı her türden eşyanın satıldığı tezgâhlarında, ilaçtan kumaş boyasına, kapı menteşesinden sülük kavanozuna kadar, diğer çarşılarda bulunamayan kullanılmış ya da yeni eşyayı bulmak mümkündü. Karmakarışıklığı ya da dağınıklığı ifade etmek için kullanılan „çıfıt çarşısı“ deyimi belki de bu tezgâhlardaki ürün çeşitliliğinden geliyordur.
Balat’ta Yahudi Varlığının İlk İzleri
Balat’taki Yahudi yerleşiminin tarihine baktığımızda, Bizans dönemine kıyasla, Osmanlı dönemine ait çok daha fazla belgenin varlığından söz edebiliriz. Ancak Bizans döneminde de, burada varlık gösteren Yahudi cemaatlerine dair tarihi kayıtlarda* önemli izlere rastlanmıştır. Bu izler ışığında, Balat’ın Bizans tarihi boyunca ticaret ve kültürel etkileşim açısından önemli bir Yahudi topluluğuna ev sahipliği yaptığını söyleyebiliriz.
Osmanlı döneminde ise, Balat’taki ilk Yahudi varlığının, Makedonya’nın Kastoria kentinden gelen küçük bir cemaat ile başladığı biliniyor. Geldikleri şehrin adını yaşatmak isteyen bu aileler, Kasturya Sinagogu’nu inşa ederek çevresine yerleşirler.
İstanbul’a Yahudi Göçleri ve Eminönü
İstanbul’a, 1492’de İspanya’dan, 1497’de Portekiz’den ve 1599’da Rodos’tan gelen göç dalgaları, zamanla şehirdeki Yahudi nüfusunun artmasına yol açar. 16. ve 17. yüzyıllara gelindiğinde ise cemaatin büyük bir kısmı artık Eminönü, Sirkeci ve Tahtakale çevresinde yaşamaktadır.
1569 Yangını
Fakat, 1569 sonbaharında patlak veren büyük bir yangın, Bahçekapı’daki Yahudi mahallelerini yerle bir eder; pek çok aile kurtarabildikleri az sayıdaki eşyayla İstanbul’un farklı bölgelerine dağılmak zorunda kalır. Bu olay, İstanbul’daki Yahudi cemaatinin mekânsal dağılımında önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir.
Yeni Cami Yapılıyor
Felaketin etkilerinin zamanla azalmasıyla Eminönü’ne dönme umudu taşıyan Yahudiler, bu kez kaderin başka bir oyunuyla karşılaşır. Sultan III. Mehmed’in annesi Safiye Sultan’ın emriyle Mimar Davud Ağa, 9 Nisan 1598’de Yeni Cami külliyesinin temellerini atar.
Cami, hünkar kasrı, sebil ve bir çarşıdan (Mısır Çarşısı) oluşan bu kompleks, ileride kentin sosyal dokusunu kökten değiştirecek bir projedir. İstimlâklarla Eminönü’ndeki gayrimüslim mahallelerinin tasfiye edilmesinin ardından, Yahudi ailelerin çoğu Haliç kıyılarındaki Balat ve Hasköy’e yerleşirken, sarayla bağlantılı tüccarlar ticari varlıklarını Galata’da sürdürürler.
Ne var ki, Safiye Sultan’ın siyasi nüfuzu uzun sürmez ve oğlu Sultan III. Mehmed’in Aralık 1603’teki beklenmedik ölümüyle aniden son bulur. Mali sıkıntılar nedeniyle 1599’dan beri fiilen durmuş olan Yeni Cami inşaatı, bu tarihten itibaren resmen yarım kalır.
Bunun ardından, 1603-1660 arasında yaşanan ara dönemde, Eminönü’ne dönen bazı Yahudi aileler, bölgede 3-4 katlı bitişik evler inşa ederler. Çeşitli kaynaklarda, halk arasında „Yahudhane“ olarak anılan bu yapıların, Osmanlı kent dokusunda apartman tipi yerleşimin erken örnekleri olduğu söylenir.
Büyük İstanbul Yangını
Eylül 1660’taki „Büyük İstanbul Yangını“**, Yeni Camii projesinin kaderini değiştirdiği gibi Yahudi cemaatinin yerleşim düzenini de büyük ölçüde etkiler. Yangın sonrasında, Valide Sultan Hatice Turhan’ın kişisel inisiyatifi ve saray hazinesinden tahsis ettiği ödeneklerle, 60 yıldır atıl duran Yeni Camii projesi nihayet yeniden hayat bulur.
Bu adım, yalnızca mimarî bir hamle değil, aynı zamanda İstanbul’un siluetini yeniden şekillendiren bir dönemin başlangıcı olarak tarihe geçer.
Resmi kayıtlara göre (İstanbul Şer’iyye Sicilleri), Bahçekapı’da ikamet eden Yahudi cemaatine „cerime“ adı altında tazminat ödenerek, tekrar Haliç kıyısındaki semtlere -özellikle Hasköy ve Balat’a- yerleşmeleri istenir. Daha önce de Yahudi yerleşimine ev sahipliği yapan bu semtler, 1660 Büyük İstanbul Yangını’nın ardından yeniden Yahudi cemaatinin yoğunlaştığı bölgeler hâline gelmiştir.
Bu zorunlu iskân politikası, 17. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’un sosyodemografik yapısında köklü bir değişime yol açar ve Hasköy-Balat hattı uzun yıllar boyunca şehrin en önemli Yahudi yerleşim merkezi haline gelir.
Sinagoglar, Cemaat ve Zanaat: Balat’ta Günlük Yaşam
Balat’a yerleşen Yahudi aileler, kısa sürede yeni yaşamlarına uyum sağlamaya başlar. Dar sokaklar boyunca sıralanan mütevazı evlerin arasında, yeni sinagoglar inşa edilir; eski gelenekler bu yeni mahallelerde yeniden hayat bulur. Sinagoglar yalnızca ibadet edilen yapılar değil, aynı zamanda topluluğun bir araya gelip şarkılar söylediği, duaların yankılandığı ortak birer yaşam alanına dönüşür.
Özellikle Ahrida Sinagogu, mihraba doğru yükselen gemi pruvası biçimindeki Teva’sıyla (kürsü) dikkat çeker; bu mimarî detayın, tarih boyunca Yahudilerin deniz yoluyla İstanbul’a gelişini simgelediği söylenir. Mahallelerde terziler, ayakkabıcılar, saat tamircileri ve mürekkep üreticileri, küçük dükkânlarında zanaatlarını sürdürür.
Sabahın erken saatlerinde fırınlardan yayılan çörek kokusu, akşamüstleri ise sokak aralarında oynayan çocukların neşesi, bu semte zamanla özgün bir karakter kazandırır. Komşuluk ilişkileri güçlüdür; dini bayramlarda dükkânların kapanmasının ardından, evlerde telaşlı bir hazırlık başlar. Balat, yalnızca yeni bir yerleşim yeri değil, aynı zamanda Yahudi toplumunun hafızasında derin izler bırakan bir yuvaya dönüşür.
Balat Yahudileri: Romanyotlar, Sefaradlar, Aşkenazlar
İspanya ve Portekiz’den gelen Sefaradlar, Doğu ve Orta Avrupa’dan gelen Aşkenazlar, İstanbul’da kökleri Bizans devrine kadar uzanan Romanyot Yahudileri*** ve semte yerleşen diğer Rum ve Ermeni Hristiyan gruplar, 17. yüzyıldan itibaren Balat’ta iç içe geçerek, mahallede kültürel zenginlikleriyle bir mozaik oluştururlar. Böylece Balat zamanla, çeşitliliği ve dini hoşgörüsüyle tanınan özgün bir yerleşim bölgesine dönüşür.
İstanbul’un Kapanları – Unkapanı, Yağkapanı, Balkapanı
Eminönü’nden bahsetmişken, Osmanlı dönemi „emin”lerinden ve eski İstanbul’un „kapan“larından da söz etmeden yazıyı bitirmeyelim.
„Kapanlar“, İstanbul’a gelen, özellikle zahire (Gerektiğinde kullanılmak için saklanan tahıl, aşlık) türünden ihtiyaç maddelerinin ölçüm, fiyatlandırma ve dağıtımının yanı sıra, alım-satımlarının da yapıldığı toptancı halleriydi. Farsça „ḳappān“ (Ağır yükler için kullanılan tek kollu büyük terazi, kantar) sözcüğünden Türkçeye „kapan“ olarak girdiği biliniyor.
Kapanlar, içinde satılan malların türlerine göre anılmaktaydı. Böylece bir tartı aletinin adı olmaktan çıkıp günümüzün toptancı hallerine veya zahire borsalarına benzeyen yerlerin adı olmuştur. Bu kapanların en büyükleri Unkapanı (Eminönü), Yağkapanı (Galata, Perşembe Pazarı) ve Balkapanı (Tahtakale) olarak biliniyor. Osmanlı döneminde çarşıdaki esnafı denetleme yetkisi „emin“lere ait olduğundan, Eminönü semtinin adını burada bulunan „Gümrük Eminliği”nden aldığını da belirtelim.
Bugün artık yerinde olmayan Eminönü’ndeki ahşap Gümrük Eminliği binasına, Thomas Allom’un 1800’lü yılların İstanbul’unu anlatan „İstanbul Manzaraları“ adlı seyahatnamesinde, ressam Coke Smith’in çizdiği „Yeni Cami ve Gümrük Eminliği“ isimli gravüründe rastlıyoruz.

Balat Çıfıt Çarşısı Nerede?
* Tarihsel ve Arkeolojik Kaynaklar:
Tarihsel Kaynaklar:
Theodosius Kanunları (4. yüzyıl): Haliç’in batı yakasında bir Yahudi ticaret kolonisi bulunduğu belirtilmiştir.
Prokopios'un „Bizans'ın Gizli Tarihi“ adlı eserinde (6. yüzyıl): „Blakhernai'de İbranice konuşan tüccarlar“ diye yazar.
İmparator VII. Konstantinos'un „De Administrando Imperio“ adlı eserinde (10. yüzyıl): „Petra'nın Yahudileri“nin Hazar ticaretini yönettiği ifade edilmiştir.
Mihail Psellos'un vakanüvis kayıtlarında (1042): „Blakhernai surları dibinde sinagog tartışması“ kaydı bulunmaktadır. Blakhernai için: Bakınız Tekfur Sarayı.
Haçlı işgali sonrası Venedik kayıtlarında (1204): „Balat’ta 200 Yahudi aile - çoğu ipek dokumacı“ ifadesi yer alır. (Dandolo Arşivi)
Bertrandon de la Broquière Seyahatnamesi (1432): „Haliç'in karşı yakasında Yahudi mahallesi, surlara bitişik„ ifadesi geçmektedir.
Arkeolojik Kanıtlar:
İbranice Mihrap (1958): Balat’ta bulunan ve üzerinde „Şimon bar Yitzhak, Petra Limanı'nın tüccarı“ yazılı 12. yüzyıldan kalma İbranice mihrap.
Mikve ve Menora (2004): Balat’taki kazılarda 9. yüzyıldan kalma mikve (ritüel banyosu) ve menora kabartmalı bir duvar parçası bulunmuştur.
Sikkeler (1987): Balat kazılarında 11-12. yüzyıla ait İbranice harflerle yazılmış sikkeler bulunmuştur.
„Petra Limanı“ terimi, Bizans döneminde Haliç'in batı kıyısında yer alan Balat bölgesiyle ilişkili bir adlandırmadır. Petra, aslında Blakhernai ya da Blachernae olarak da bilinen bir bölgeyi ifade etmektedir. Bu yer, Bizans dönemi kaynaklarında, özellikle Prokopios’un eserlerinde, Haliç’in batısında bulunan bir liman ve yerleşim bölgesi olarak geçmektedir.
** 24 Temmuz 1660: İstanbul’u Sarsan Büyük Yangın
1660 yılının 24 Temmuz günü, ikindi vakti İstanbul’da başlayan ve tarihe „Büyük İstanbul Yangını“ olarak geçen felaket, ahşap evlerden oluşan şehrin birçok mahallesini derinden sarsar. Yangının çıkış noktası, Odunkapısı ile Ayazmakapısı arasında yer alan Ahî Çelebi Cami yakınlarında bulunan bir sandıkçı dükkânıdır. Rivayete göre, burada tütün içen birinin dikkatsizliği kıvılcımların yayılmasına neden olur ve kısa sürede alevler kontrolden çıkar.
Alevler önce Unkapanı yönüne ilerleyerek suriçindeki kereste dükkânlarını sarar. Oradan itibaren yangın farklı kollara ayrılarak İstanbul’un dört bir yanına yayılır. Bir hat üzerinden Ağakapısı, Süleymaniye, Eski Saray, Beyazıt ve Fatih semtleri alevlere teslim olurken; başka bir kol Yeniçeri Odaları, Molla Gürani ve Davutpaşa’ya doğru uzanır. Aynı anda başka bir hat Tahtakale üzerinden Yahudi mahallelerine, ardından Kapalıçarşı çevresi, Mahmutpaşa ve Hocapaşa’ya kadar yayılır. Yangının bir başka kolu ise Atmeydanı, Kadırga Limanı, Kumkapı, Nişanca ve Samatya semtlerini etkisi altına alır.
Yangın, rüzgârın etkisiyle kısa sürede geniş bir alana yayılırken, İstanbul’un hem mimarî dokusu hem de demografik yapısı bu büyük felaketten ciddi biçimde etkilenir. Yahudi mahallelerinin büyük bir bölümü de bu yangında harap olur ve binlerce kişi yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalır.
*** Romanyotlar: Anadolu'daki En Eski Yahudi Topluluklarından Biri
Romanyotlar, Roma İmparatorluğu döneminde Anadolu’ya yerleşen en eski Yahudi cemaatlerinden biridir. M.S. 69 yılında Romalıların Kudüs’teki İkinci Tapınak’ı**** yıkmasından sonra, Yahudilerin bir bölümü sürgün edilmiş; bu topluluklar Yunanistan’a ve Anadolu’nun farklı bölgelerine dağılmıştır.
Kendi aralarında Yevanik (Yavanca) adlı bir dil konuşurlardı. Yunancanın bir lehçesi olan bu dil, aynı zamanda İbranice kelimeler de barındırır ve İbranice harflerle yazılırdı. Sinagoglarının adları genellikle Yunanca olur ve bazı dualar da bu dilde okunurdu. Ancak Yevanik, günümüzde neredeyse hiç konuşulmadığı için yok olma tehlikesi altındadır.
**** İkinci Tapınak: Kudüs’ün Kutsal Mirası
İkinci Tapınak (Bet HaMikdash - Kutsal Ev), Kudüs’teki Tapınak Tepesi üzerinde yer alan ve Yahudiler için büyük dini öneme sahip olan tapınaktır. MÖ 516 ile MS 70 yılları arasında varlığını sürdürmüş, söz konusu döneme de adını vermiştir.
Kaynaklar:
Beki B. Bahar, Bir Zamanlar Çıfıt Çarşısı Thomas Allom, Robert Walsh, İstanbul Manzaraları www.etimolojiturkce.com