Bir Bağa Hikâyesi

Bağanın hikâyesi

Bağa, Kurbağa, Kaplumbağa Vesaire

Bağa diye bir sözcük biliyor muydunuz? Ben farkında değildim. Hani şu “kurbağa” ya da “kaplumbağa”nın “bağa”sı. Geçenlerde turistlere Topkapı Sarayı’nda Revan Köşkü’nü gezdirirken açıldı muhabbet. Köşkün içindeki sedef kakma kapıların malzemesinden bahsederken konu bağaya kadar geldi.

Almancasını “Schildpatt” olarak öğrenmiştim Almanlardan, Türkçesini bilmezdim. Fakat benim bağayı bilmediğim gibi, onların da hepsi bilmezmiş meğer “Schildpatt”ı. Kaplumbağa kabuğu deyince hepsi anlıyor. Ben de ukalalık olur diye çekindiğimden, kaplumbağa kabuğu diye anlatır oldum hep. Hâl böyle olunca, aralarından bazıları “O malzemeye Schildpatt derler” deyiveriyor tabii. Olsun, bu da bizim mesleğin cilvelerinden diyelim.

Topkapı Sarayı Revan Köşkü Arife Tahtı
Topkapı Sarayı Revan Köşkü Arife Tahtı

Fakat gezdirdiğim kadın: “benim anneannem bu malzemeden saç tokası takardı” deyince konu ilginç olmaya başladı.

Kadıncağıza anlatsam anlamaz, tuttum kendimi. Fakat benim aklıma nedense hemen Cem Karaca’nın Tamirci Çırağı şarkısındaki “arkası kuşlu [1] aynamda taradım saçlarımı” sözleri geldi. Erkeklerin kullandığı o tarakların da pahalı ve makbul olanları bağadan yapılırmış.

Bağa erkek tarağı
Bağa erkek tarağı

O arkası kuşlu, ucuz, yuvarlak aynaları da yaşıtlarım hatırlar belki. Bir zamanlar briyantin her evde olmadığından, delikanlılar limonla ıslattıkları saçlarını, ceketlerinin cebinde taşıdıkları bağa ya da bağa görünümlü tarakla tarardı. Eminönü ya da Galata Köprüsü’nün üzerinde cebinden kuşlu ayna çıkartıp saçlarını tarayan tipleri hâlâ hatırlıyorum hayal meyal. Bıyık tarağı da denirdi. Ben bu dönemin sonuna yetiştim.

Arkası kuşlu ayna
Arkası kuşlu ayna

Neyse ipin ucunu kaçırdık bu arada, Revan Köşkü diyorduk, sedef kakma, bağa diyorduk. Evde yeğenimle konuşurken açıp baktık; malzemenin Türkçesi “bağa” imiş.

Bağa ne demek?

Bağa, TDK sözlüğünde, halk ağzında “kaplumbağa“, “deniz kaplumbağasının kabuğu” ve “kaplumbağa kabuğundan yapılmış veya bu kabuğu andırır biçimde olan” olarak tanımlanmış. Almancası, yukarıda da bahsettiğim gibi “Schildpatt“, İngilizce karşılığı ise “tortoise shell” olarak geçiyor.

Diğer taraftan bin yıl öncesinin Uygurcasında kurbağaya baka denirmiş. Daha sonra kaplumbağaya da kabuğundan çıkarılmış halinin kurbağaya benzemesi sebebiyle aynı isim verilmiş. İkisini birbirinden ayırt etmek için de birine kur(u)+baka “kur önekinin mahiyeti bilinmiyor”, diğerine de kapla+baka “kaplı, örtülü” denilmiş anlaşılan.

Bağa nereden geliyor?

İslam Ansiklopedisi’nde yazılanlara göre bağa, ilk defa Mısır’da kakmacılık sanatında kullanılmış ve oradan Romalılar’a ulaşmış. Ortaçağ Avrupa’sında bu sanat unutulmuş nedense. Sonraları Rönesans devrinde, İslâm dünyasından Sicilya’ya, oradan da yeniden Avrupa’ya yayılmış. Fransa’da özel bir bağa süsleme sanatı doğmuş ve kısa sürede Osmanlı saray erkânı dahil hâli vakti yerinde olan aileler arasında bu tarzda süslenmiş mobilyanın kullanımı moda haline gelmiş.

Valide Sultan Odası sedef kakmalı kapı detayı
Topkapı Sarayı Valide Sultan Odası bağa üzerine sedef kakmalı kapı detayı

Bağa nasıl elde ediliyor?

Konu pek iç açıcı değil farkındayım, ama en makbul bağa, deniz kaplumbağalarının 50-90 cm. arası boylarındaki bir türünün kabuklarından elde edilirmiş. Güney Pasifik ve Karayip denizlerinde bulunurmuş. En güzel renklere sahip ve en berrak plakalar, kabuğun özellikle tepe kısımlarından çıkarılıyormuş.

Bağa, boynuz malzemesinin özelliklerini taşımakla birlikte, ondan biraz daha sert bir malzeme olduğundan daha dikkatli bir çalışma gerektiriyor. Diğer boynuzsu malzemeler gibi sıcaklıktan etkilendiğinden ölmüş hayvanın üzerinden ısıtılarak ince plakalar halinde çıkartılıyor. Sonra tekrar ısıtılmak suretiyle kalıplar içinde sıkıştırılıyor. Böylelikle, örneğin tespih, mızrap, tarak gibi çeşitli küçük eşyanın yapımına elverişli çubuklar elde ediliyor.

Ayrıca, küçük plaka veya kırıntılar da eritilip preslenmek suretiyle büyük parçalar elde edilerek değerlendirilirmiş. Fakat, bu durumda erime sırasında bağanın renkleri koyulaşıp, üzerindeki hâreler de birbirine girdiğinden doğal güzelliğini kaybettiği söyleniyor. Kakmacılıkta ise çoğunlukla bağa plakalarının altına altın varak yapıştırmak suretiyle açık renk katmanların ve hârelerin berrak ve parlak görünmesi sağlanırmış.

Bağa nerelerde kullanılıyor?

Bağa kaşıklar
Bağa kaşıklar

Bağa, Osmanlı’da sıklıkla kaşık, fincan zarfı ve tesbih yapımında da malzeme olarak kullanılmış. Bağa kaşıkların güzel örnekleri Topkapı Sarayı’nın eski mutfağında (Matbah-ı Âmire) sergileniyor. Sapları çoğunlukla ucuna küçük mercan dalları monte edilmiş fildişinden ya da abanozdan yapılmışlar. Sıcaktan bozulmamaları için hoşaf kaşığı olarak üretilmişler.

Tesbihlerde ise bağanın, mümkün olduğu kadar iri taneli, berrak sarı-yeşil hâreleri ve koyu kahverengi olanları makbulmüş. Mızraplı çalgılar için de en makbul mızraplar yine bağa kullanılarak üretilmiş.

Bağa tespih
Bağa tespih
Bağa kanun mızrabı
Bağa kanun mızrabı
Bağa kadın tarağı
Bağa kadın tarağı
Bağa
Bağa kâse
1. Bu arada az önce okudum; şarkıcı Kıraç, bir zaman önce Tamirci Çırağı şarkısını "arkası kuşlu" yerine "arkası puslu" olarak seslendirmiş. Birdenbire bir tartışmadır başlamış "kuşlu mu" yoksa "puslu mu" diye. Bilen bilmeyen müdahil olmuş. 

Neden sonra Moğollar'ın Taner Öngür'ü devreye girmiş de konu kapanmış: "50’li 60’lı yıllarda çok kullanılan bir cep aynasıdır. Ucuz olduğu için genellikle askerler ve genç işçiler kullanırdı. Cem’in şarkı sözlerinde bu aynadan bahsetmesinin sebebi de budur..."
Paylaş